DİNİ YALANLAYANLAR 2
Bundan önceki yazımızda Kârûn lânetullâhi aleyhin zenginliğinden, ilminden, zenginliği ve ilmiyle böbürlenmesinden, insanlara yaptığı zulümlerden, verdiği eziyetlerden söz etmiş ve Kasas Sûresinin 76 numaralı âyet-i keriymesini meallendirmeye çalışmıştık.
Şimdi o âyet-i keriymenin meâlini tekrar vererek bu yazımızı da başlatmış olalım inşe-Allâh.
Kârûn Mûsâ (a.s)ın kavminden idi. Onlara (yâni milletine) karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, (onun hazinelerinin) anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: Şımarma (böbürlenme ve kimseye büyüklük taslama)! Bilmiş ol ki Allâh (c.c) şımarıkları (malı, mülkü, ilmi ve makamı ile öğünen, böbürlenen mütekebbirleri asla) sevmez. -Kasas Sûresi: âyet.76-
Kavminin aklı başında olan akıl ve ferâset sâhibi bazı bilge kişiler yukarıdaki nasihatlara pek aldırış etmeyen, dünyaya dalıp giden ve nefsine uşaklık etmekte ısrar eden Kârûna nasihatlerini sürdürdüler ve şöyle dediler:
وَابْتَغِ فِيمَآاٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَاْلأٰخِرَةَ،وَلَاتَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا،وَاَحْسِنْ گمَآاَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ،وَلَاتَبْغِ الْفَسَادَفِى اْلأَرْضِ،اِنَّ اللّٰهَ لَايُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ٭
[Vebteğı fiymâ êtâkellâhüd-dârel-êhırate, ve lâ tense nasıybeke mined-dünyâ, ve ahsin kemâ ahsenellâhü ileyke, ve lâ tebğıl-fesâde fil-ardı, innallâhe lâ yühıbbül-müfsidiyne.]
(Ey Kârun! Allâh (c.c)ün sana vermiş olduğu bu zenginliğin sarhoşluğuyla tamamen dünyaya bel bağlayıp da âhireti yalanlamaya kalkma! İnsanlara hor bakma ve kimseye ilâhlık taslama! Aklını başına topla ve) Allâh (c.c)'ün sana vermiş olduğu bu servetle (ondan gerektiği kadarıyla Allâh (c.c) yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet. Ama dünyâdan da nasibini unutma! (O servetten ihtiyacın kadarını, çoluk-çocuğunu geçindirecek miktârını alıkoy). Allâh (c.c)'ün sana ihsan ettiği gibi sen de (muhtaçlara, fakir ve fukaraya, yolda kalmışlara, yakın-uzak komşularına, hayır kurumlarına Allâh (c.c) rızâsı için) ihsanda bulun. Sakın yeryüzünde (malına-mülküne, servetine, parana-puluna, ordularına ve hizmetinde bulunan yalakalara, zulmüne çanak tutan yaltaklara ve yaltakçılara, çanakçılara güvenip de, benim sırtım yere gelmez, kimse benimle baş edemez gibi şeytanca kuruntulara kapılarak) fesat çıkarmayı, (bozgunculuk yapmayı, insanları birbirlerine katmayı, milletin arasında husumet oluşturmayı) arzulama. Çünkü Allâh (c.c) bozgunculuk yapanları, (toplum içinde kargaşa çıkaran fâsit insanları asla) sevmez (ve onlardan hoşlanmaz.) -Kasas Sûresi: âyet. 77-
Çünkü fitne adam öldürmekten çok daha tehlikeli sonuçlar doğurur.
Cinâyet işleyen kimse bir veya birkaç kişi öldürür, onlara ve yakınlarına zarar verir ama bozgunculuk yapan, fitne çıkaran kimseler bütün cemiyetin ve bir milletin birbirine düşmesine, birbirleriyle savaşmalarına, birbirlerini öldürmelerine sebebiyet verir. Bu bakımdan fitne cinâyet işlemekten çok daha vahim sonuçlar doğurur. Dinimizde haksız yere adam öldürmek, cana kıymak da yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Hatta dinimiz bir cana kıymayı bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir günah saymış, bir canı kurtarmayı da bütün insanları yaşama döndürmüş gibi, büyük bir sevap saymıştır. Bu böyle olunca, fitne, bozgunculuk bir insanın değil, belki binlerce, milyonlarca insanın birbirlerini haksız yere öldürmelerine sebebiyet verecektir. Yâni o zaman binlerce, milyonlarca defa bütün insanlığın öldürülmesine sebebiyet verilmiş olunacaktır fitne çıkarmak yüzünden.
Bu bakımdan Yüce Rabbimiz:
٠٠٠وَالْفِتْنَةُأَڮْبَرُمِنَ الْقَتْلِ٠٠٠٭
[
vel-fitnetü ekberu minel-qatli
] = Fitne çıkarmak (bozgunculuk yapmak) cinâyet işlemekten daha büyük bir günahtır. -Bakara Sûresi: âyet. 217- zirâ:
وَاتَّقُوافِتْنَةًلَاتُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوامِنْڮُمْ خَآصَّةً٠٠٠٭
[Vetteqû fitneten lâ tüsıybennelleziyne zalemû minküm hâssaten
] = Fitneden (fitne çıkarmaktan, fitnecilik yapmaktan, bozgunculuktan şiddetle) sakının! Zira o fitne içinizden sâdece zâlimlik yapan zâlim kimselere erişmiş olmakla kalmaz, bütün toplumu ve tüm milleti ihâta eder, bütün bir cemiyeti kapsar
-Enfâl Sûresi: âyet. 25- işte bu sebepledir ki;
وَقَاتِلُوھُمْ حَتّٰى لَاتَڮُونَ فِتْنَةٌ وَيَڮُونَ الدِّينُ ڮُلُّهُ لِلّٰهِ،فَإِنِ انْتَھَوْا فَإِنَّ اللّٰهَ بِمَايَعْمَلُونَ بَصِرٌ ٭
[Ve qâtilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün ve yekûned-diynü küllühü lillâhi, fe inintehev fe innallâhe mevlâküm, nimel-mevlâ ve nimen-nasıyru.]
= (Yeryüzünde, yaşadığınız bölgelerde ve çevrelerinde) fitne tamamen yok oluncaya ve din tamamen Allâh (c.c)ün oluncaya kadar (Din ve dinin ahkâmı hayatın bütün safahatında geçerli oluncaya dek) onlarla (yâni dini, yalanlayanlar ve küfre dalanlarla, fitne ve bozgunculuk yapanlarla, şeriata ve şeri hükümlere karşı çıkanlarla, insanların arasını açmaya çalışanlarla meşru zeminlerde ve Allâh (c.c)ün ortaya koyduğu ilâhî yasalar çerçevesinde) savaşın (ve müsbet olarak sonuç alıncaya kadar mücâdele edin). Eğer (fitnecilik yapmaktan, bozgunculuk çıkarmaktan, dini yalanlamaktan, münâfıklık ve inkârcılık yapmaktan) vazgeçerlerse, (artık onlarla savaşmayı bırakın. Sulh ve sükûn içinde beraberce yaşayın). Şüphesiz ki Allâh (c.c) onların (gizli veya âşikâr olarak bütün) yaptıklarını hakkıyla ve kemâliyle görür. -Enfâl Sûresi: âyet. 39- buyurmuştur.
Kasas Sûresinin 77 numaralı âyetinin muhatabı ilk bakışta Kârun lânetullâhi aleyh görünse de, verilen hüküm ve mesaj tüm insanlık âlemine şâmildir. Herkesi kapsamı altına almaktadır. Sana da bana da, zengine de fakire de hitap etmektedir.
Dini yalanlayan yalancıların vasıflarından bir diğeri de demek ki, yeryüzünde, insanlar arasında bozgunculuk yapıp fitne ve fesat çıkarmaktır.
Hakiki mânâda imân etmiş olan hiçbir Mümin ve Müslümân fesatlık yapmaz, bozgunculuğa meydan vermez.
Din kardeşlerini de kendi halleriyle baş başa bırakmaz, Adam sen de gibi saçma düşüncelerle onlardan ilgi ve alâkasını kesmez, kesemez.
Rasûlüllâh (s.a.v) Efendimizin:
Bir kimseye bir muhitte bakımsızlıktan, alâkasızlıktan dolayı zaâfiyet gelirse ve o sebeple ölürse, o muhitte oturup ikâmet eden bütün Mümin ve Müslümânlar, o kimsenin kâtilidir." meâlindeki hadiys-i nebevisini de asla akıllarından çıkarmazlar.
Bu hadiys-i nebevî Müslümânın Müslümân kardeşinin dertleri ile hem dert olmasının, din kardeşiyle ilgilenmesinin üzerine farz-ı kifâye olduğunu göstermektedir.
Allâh (c.c)ın ilâhi katından zengin kıldığı Müslümânlardan hiç biri din kardeşinin açlığını, yoksulluk ve fakr u zarûretini bildikleri halde ilgilenmezler, yedirip içirmezlerse, hepsi de sorumlu olurlar ve vebâlde kalırlar. İçlerinden bazılarının ilgilenmesi ve ihtiyacını gidermesi, diğerlerini de kısmen sorumluluktan kurtarırsa da yine de Allâh Teâlâ Yevm-i Kıyâmette onları sorguya tâbi tutacaktır. Allâh (c.c)ün kendilerine ihsan ettiklerinden Allâh (c.c) yolunda infak etmemek suçtur ve günahtır. Bir nevi hırsızlıktır. Fakirin hakkını gasbetmektir. İşte bu yüzden o zenginlerin her biri hesâba çekileceklerdir ve dini yalanlayanlar safında yargılanacaklardır.
Sâdece açlık ve susuzluk konularında yardımla mükellef değiliz, onların hastalıkları ile alâkadar olmak, tedâvi olma imkânı olmayanlara bu imkânı da sağlamak zengin Müslümânların vazifesidir. Müslümânlar bu şuura sâhip olmadıkları sürece İslâm toplumları sıkıntılardan kurtulamazlar. Kurtulamadıklarını da görüyoruz işte. Hâlimiz ve pürmelâlimiz ortada.
Yukarıdaki Hadiys-i Nebevîyi bendenize hatırlatan değerli kardeşim Ecz. Hüsnü Akıncı Bey kardeşim haklı olarak şu açıklamayı da yapmış:
Açlıkta, muttali olmak şartı vardır. Fakat hastalıkta, bilmek şartı yoktur. Yani; arayıp, bulmak vazifesi vardır.
Şimdi; sağlık ve tedavi hizmetlerini en büyük ticari faaliyet alanı haline getiren; çok uluslu ilâç, medikal malzeme ve hastane kartellerine halkı soyduran veya çaresizliğe iten ve iman iddialarını her zeminde tekrarlayan idarecilerin halleri, acaba, AHİRET ÂLEMİ'NDE nice olacaktır? Bunun hesabını nasıl vereceklerdir? demiş.
Buna katılmamak ne mümkün? Elbette öyledir.
Günümüzde insanların hastalıkları üzerinden ticâret yapanların pek çoğu parası olmayan fakir Müslümanların yüzüne bile bakmıyorlar. Zaman zaman hastanelerde rehin bile tutuluyorlar. Her ne kadar hükümet başkanı Bundan böyle kimse hastanelerden parası yoktur diye geri çevrilmeyecek diye nutuklar atsa da, bazı özel hastanelerde bunlar oluyor ne yazık ki. Devlet hastanelerinde de olmuyor değil
Hani günümüzde bazı kimseler vardır, kendilerine nasihat edilip öğüt verildiğinde, verilen nasihatten hoşlanmazlar ve: Öğütlerini kendine sakla, benim nasihate ihtiyacım yok, ben işimi bilirim diyerek öğüt tutmayanlar vardır ya. İşte bu öğüt almayan, nasihat dinlemeyen insanlar, insanlık tarihi boyunca var olagelmişlerdir. Bunlardan biri de Kârûn lânetullâhi aleyhdir. Kavminin bilge kişileri tarafından kendisine verilen öğütleri kabül edip değerlendirmesi gerektiği halde tam bir muannitlik ve enâniyete bürünerek:
قَالَ اِنَّمَآاُوتِيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْدِى٠٠٠
[Qâle innemâ ütiytühü alâ ılmin ındî
] = (Siz ne diyor, ne saçmalıyorsunuz? Sizin ağzınızdan çıkanı kulaklarınız duyuyor mu? Neden malımı servetimi Allâh (c.c) yolunda fakir fukaraya infak edecekmişim!) Muhakkak ki, o servet bana, benim ilmim sâyesinde verildi. (Bu yüzden mal da, servet de benim kendi mülkümdür, onu istediğim şekilde ve yerlerde kullanır harcarım, bundan size ne?) diye cevap verdi
Onun bu cevâbına Yüce Rabbimiz onun şahsında Kârûn gibi yaşayan günümüz insanlarını da muhatap alarak şu uyarıda bulunmuştur:
٠٠٠اَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللّٰهَ قَدْ أَھْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ ھُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَڮْثَرُ جَمْعًا،وَلَايُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ٭
[
evelem yalem ennallâhe qad ehleke min qablihi minel-qurûni men hüve eşeddü minhü quvveten ve ekseru cemân, ve lâ yüselü ân zünûbihimül-mücrimûne.]
= (Servet içinde yüzen, o servetle ve ilmiyle övünüp böbürlenen o Kârun) bilmiyor muydu ki, Allâh (c.c) onun kendisinden önce gelmiş-geçmiş nesillerden, ondan çok daha güçlü (kuvvetli) ve daha çok taraftarı (çanakçıları, zulüm ortakları) olan nice nice kimseleri helâk etmişti. (Onları malları-mülkleri ile birlikte yerin dibine geçirmişti). Günahkârlardan (mücrimlerden) günâhları (ve işlemiş oldukları cürüm ve masiyetleri) sorulmaz. (Siz bunları, şunları yaptınız mı? Yapmadınız mı? denilmez. Çünkü Allâh (c.c) onların bütün yaptıklarından haberdardır, Allâh (c.c) onların bütün efâlini hakkıyla ve kâmilen bilir.)
-Kasas Sûresi: âyet. 78-
Mehmet SARIKAYA